17.8.10

Kayınların Arasında

Görsel: Daily Shot Of Coffee

Gecenin bir vakti bu fikirler aklıma nereden geldi, ne süreçlerden geldi yazarsam; başka bir yazı olabilirdi, boşver.
Bir an, içimi bir duygu sardı, böyle içimde hareket eden huzurlu bir top gibi sanki. Buruk, hüzünlü, aynı zamanda sevgi dolu bir huzur.
Düşündüm. Aklıma baş "keşke"lerimden biri geldi. Bir sevgilim olsun isterdim. Hayır, hayır ergenlikde yaşanan bir hormon patlamasından, testosteron fışkırmasından bahsetmiyorum. O an bir sevgili, sıcak bir gülümseme istedim; et veya güzel hatlar istemedim. Sıcaklık ve buruk bir hüzün; ama mutlu bir hüzün. Gözüme bir arkadaşımın gülümseyen fotoğrafı geldi, hayır o kızı sevmek istemedim; ama öyle bir gülüyorduki, "buruk ama mutlu hüzün" tanımına uyar şekilde. Kaşlar hafif kalkık, gözler kısık, tatlı bir gülümseme. Gerçekten, terkedildiğimde dünyamın kararacağı kadar, sevmek istedim. Kendilerini "emo" diye tanımlayan kimselerin, aşk acısı çektiklerinde yaptıklarını yapacak kadar sevmek istedim. Kastettiğim, mazoşist bir sevgi değil. Sadece istediğim sevginin boyutunu anlatmak istiyorum.
Dünya başıma yıkılsın mesela bir olay yüzünden, sonra sevgilimin sesini duyayım, yüzünü göreyim, elini tutayım, varlığını hayal edeyim; her şey düzelsin. Aşk patlamaları yaşayayım, dizeler dökeyim, kaybetme korkusu yaşayayım, ondan aldığım güçle her şeyi başarayım mesela. Kış fantezimle birleştireyim onu: Gökyüzü gri, sokak lambaları yanıyor, kar yağıyor kararında, hava buz gibi değil ama soğuk, yanaklar pembe,  güneş gözükmüyor ama aydınlığı aradan belli oluyor gökte(gün doğmadan önceki gibi), birbirimize gülelim, sıcaklığımızla ısınalım, gidelim soğuğun arasından sıyrılıp güzel bir kahve içelim.
Ona şiirler okuyayım, müzikler dinleteyim, onu bir müzikle eşleştireyim; sonradan aramız bozulursa veya ona ulaşamadığım bir anda dinleyerek onu hatırlayayım.
O da rahatsız olmazsa, izin verirse saatlerce ona bakayım. Yüzüne, saçlarının tellerine, gözündeki ışığa(belki de şaşkın bakışlara), soğuktan hafif çatlamış dudağına, gülümseyişine, utanışına, ellerine, gövdesine.. Bir an bile sıkılmayayım, misal.
Peki, merak ediyorum. Var mı böyle sevgililer, sevgiler, aşklar, mutluluklar, iç kıpırtıları?

Not: Sapık veya deli değilim; yani umarım.

9.8.10

Olmamalı

Survivor var, NTV'deki adam(Serdar Kılıç) var, Discovery Channel'da Ayı lakaplı adam(Ayı Grylss/Edward Michael Grylls) var. Bunlara rastlamışsınızdır. Hepsinde de bir doğal yaşam teması var, vahşi yaşam var, doğada yalnızlık var. Kanal yönetimleri para için doğayı mahvediyorlar.

Survivor'a katılan kimseler, açlıklarını gidermek için balık yiyorlar, ormandan yiyorlar. Balık tüketilen bir hayvan tamam; ancak bunun tüketimini sırf para kazanmak için, kanallar zengin olsun diye arttırmaya ne lüzüm var?

NTV'deki adam, kendisi vahşi doğada nasıl yaşanılacağını gösteriyor, yalnız kalınılması durumunda. Tamam, bunları bir kitapta yayınla; ben doğada yalnız kalırsam uygularım son çare olarak; ancak zorunda kalmadığın halde, sırf kanal zengin olsun, reyting artsın diye, bunu canlı bir şekilde, hayvanları öldürerek yapmana gerek var mı? Aynı şekilde Discovery'deki adam da.

Doğru değil!(Görsel: Warming Glow)
Doğanın dengesini bozuyorlar. Kanallar bu insanlara zorla program yaptırmıyorlar. Peki insanlar bu kadar mı cani? Ucunda para var diye, ölmesi zorunlu olmayan, hayatını sürme hakkına sahip olan böcekleri, yılanları, kuşları, balıkları, vs. katledip, yemek ne derece doğru? Doğruluğu yok, şöyle söylesem daha doğru olur. "Ne kadar yanlış!"

Alanında uzman kişiler bunlar, evet. Gene de yaptıklarının gerekmediği sürece, doğru olduğunu söyleyemeyeceğim.

Hayvan hakları derneklerinin bu konularda bir çalışması yoksa, açıkça söyleyebilirimki, bu dernekler sadece "büyük hayvanlar"la ilgileniyorlar. Kediler, köpekler, kutuptaki foklar ve ayılar, vs. En küçük solucan da hayvan, en büyük balina da.

Ne düşündüğünüzü bilmiyorum; ancak bana düşen, elimden gelen, sadece bir siyasetçi gibi "kınamak".

4.8.10

Rüyalardan Öğrendiğim

Dün gece gördüğüm rüya yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başladı. Tam anlamıyla benim bir parçam olmaktan çıkmadan önce onu yazıyorumki, ileride hatırlayabileyim. Etkisi ve gerçekliği sürsün. Öncesinde birkaç laf edelim.

Görsel: Tuncerler Blog
Rüyalar çöğu zaman şaşırtır. Bir bilgi; rüyasız geçen gecemiz yoktur, onları sadece biz hatırlamayız. Bu durumda sabah kalktığımızda "dün gece rüya görmedim" demek yanlış olur. Birkaç saat sonra "doğru lan, şöyle bir rüya görmüştüm!", daha birkaç saat sonra "aaa, bir de şöyle bir şey görmüştüm!" diyerek gün sonunda yaklaşık üç dört rüyanızı hatırlarsınız.

"Unuttum" demek de bu yüzden aptallıkmış, sabah bunu anladım. Bilinç olarak tamamen unutmuş olabilirsiniz, bu herhangi bir duygu veya bir anı veya bir fikir olablir, ancak bilinçaltınız bunu kabullenmeyebilir. O duyguya, fikre, anıya o kadar derin bağlanmışsınızdırki, bilincinize umursamamayı ve unutmayı emretseniz de; bilinçaltınız böyle bir şeyi kabullenmez.

Çektiğim içsel acılar sonucu unutmaya karar verdiğim bir platonik olarak sevdiğim bir kız vardı. İki üç seneden sonra açılmaya karar verdim ve bu bana bir dost kaybettirmekten başka bir işe yaramadı. O an nasıl hissetmiştir, sonrasında üstüne düşünmüşmüdür bilmiyorum; şayet beni bir kardeşi olarak gördüğünü ifade etmişti ve sanırım inanamamıştı. Biliyordumki, duygusal davranmaya başlar ve abartırsam çöküşe uğrardım(Bir önceki yazım olan Terkedenler'de bahsettiğim gibi). Onun yerine vazgeçip, unutmaya karar verdim. Telefon numarasını, e-posta adresini, messenger adresini sildim. Facebook kullanıyordum o sıralar, profilini bloke ettim herhangi bir şekilde raslaşmayayım diye. Onu bana hatırlatacak şeylerden arınmaya çalıştım. Beraber çekindiğimiz sayılı fotoğrafları bile sildim. Gene bir önceki yazımda bahsettiğim gibi, arada anılar kütüphanesini karıştırıyor ve ardından hemen yerine kaldırıyordurm. Bir kaç olay dışında her şey güzel(unutma çabalarımın üçüncü ayında tiyatroda karşılaşıp selamlaşmak zorunda kalmak gibi kalbimi yerinden fırlatacak olaylar). Unutmak üzerine bile düşünmüyordum. Artık her şey normaldi. Düne kadar...

Dün gece; rüyalar alemindeydim ve sanırım Karum'daydım, kontrol tamamen bende değildi(Henüz rüyalarımı kontrol edecek kadar yetenekli değilim/Böyle bir olay var. bkz. lucid dream). Karumun zemin katı, sağ taraftan asansöre doğru yürürken, değerli hatun yandan bana doğru geliyor. Karşılaşmamak için, içgüdüsel olarak "olmaz, bu kadar emekten sonra" dediğim için; asansöre doğru adımımı hızlandırdım. Sanıyordum, geçip gidecek; aksine kızın amacı gelip bana sarılmakmış. E, en başta istediğim zaten beraber olmaktı. Anlık şoku atlatıp, bana gülerek gelen ve anında sarılan kızı aynı şekilde ben de sımsıkı sardım. Benden mutlusu yok. Dokunma hissinin gerçekliğine yaklaşıyordum neredeyse. Mutluluktan kıza, havada döndürerek sarılıyordum. Ondan sonra şahane(!) bir şey oldu ve rüya bitti.

Sabah kalktığımda bir şey hatırlamıyordum. Nereden esti nasıl oldu bilmiyorum ancak, öğlene gelmeden bir an rüya aklıma geldi. Mutluluk, sevgi, hüzün, çöküntü vs. hepsi bir anda oldu. "Her şey birdenbire oldu!" hatta. Anladımki bilincim unutmuş, bilinçaltım affetmemiş. Güçlü sevgi duyguları, bilince üstün gelmiş ve bilinçaltıma ulaşmışken beni tekrar ele geçirmiş. Bana resmen "bak aslında böyle duyguların var, yalnızca sen sildiğini sanıyorsun onları" demişler. Bakalım, neler olacak bilmiyorum.

2.8.10

Terkedenler

Görsel: A Lonely World


Geride kalanlar, yalnız bırakanlar, çekip gidenler, zorunlu olarak başka bir dünyaya göçenler. Hepsi, bir sebepten dolayı bizi bırakıyorlar. Belki çok mutlu oluyoruz, hayatımızdan çıktıkları için. Belki de derinden sarsılıyoruz, bizi koskoca dünyada yapayalnız bıraktıkları için(ya da o an öyle hissettiğimiz için). Bir şekilde terkedildiğimizde, duygusal durumumuzda bir oynama oluyor. Öfke, acı, mutluluk...

Herkes terkedilmiştir. Sevdiğimiz, sevmediğimiz biri bizi terketmiştir; hayata veda ederek, taşınarak, küserek, ayrılarak. Tanımadığımız birinin bizi terketmesinin yarattığı hisler anlıktır, terkeden kişi bir idol veya hayranı olduğumuz bir kimse olmadığı sürece. Tanımadıklarımızın terkini unutur, hayatımıza devam ederiz. Bize asıl "koyan"; yakınlarımızın bizi terkedişidir. Yakınlarımızın ya da kendimize yakın hissettiklerimizin... Ailemizden kimseler göçerler, üzülürüz. Kardeşimizle aramız bozulur, belki sinirlenir ancak sonunda üzülürüz. Son zamanlarda size illallah dedirten bir arkadaşınız, yeni arkadaşlar edinir, bırakır yakanızı; sevinirsiniz. İnsanoğlu acıya merak duyar. O yüzden bu terkedişlerin en ilginci; aşık olduğumuz veya sevdiğimiz bir kimsenin terkidir.

Aşıksınızdır; peşinden koşabilirsiniz, karşılıklı sevebilirsiniz, kendinizi edebiyat kitaplarında veya şiirlerde hissedebilirsiniz. Sanki sarhoş gibisinizdir. Seviyorsunuzdur; yokluğunu düşünmek istemezsiniz, beraber keyifli vakit geçirirsiniz, başınızın okşanması sevgisidir sahip olduğunuz, karnını okşama sevgisi, sırları paylaşma sevgisidir belki de. Salt  bu sebeplerden; sevgilinizin, ailenizin, evcil hayvanınızın terkedişi sizi üzer, hatta yerin dibine gömer.

Terkedildikten sonra neler olur neler. Yalnız kalmamızın sebebinin karşı taraftan ya da bizden kaynaklanması önemli değildir. Bir şekilde yapayalnız hissederiz kendimizi. Varlık içinde yokluk mu derler? Bir meydanda çekilmiş siyah beyaz bulanık fotoğrafın ortasında net olmak gibidir. Her şey yabancı, her şey garip. Yavaşlarız, algımız bozulur. Türk insanının kökeninde bulunan arabesk davranışlara sarılır; şarkılara veririz kendimizi, bazı bazı içkiye.  Bunlar olurken tercih sırasıdır; yalnız kalmaya devam etmek, yalnız kalmak için kendimizi zorlamak veya artık kendimize gelmenin vaktinin geldiğinin farkına varmak, işleri yoluna koymaya karar vermek.

İlk tercihi seçenler, bir şekilde yalnızlık hissinden hoşlanmışlardır. Bu his, çevremizden daha çok ilgi ve şevkat almamızı sağlamıştır. Melankolik takılmak hoşumuza gitmiştir. Artık resmen göstermelik bir yalnızlık yaşamaktayızdır. "Oha lan dışım ağlıyor; ama içten içe çok keyifliymiş bu yalnızlık hissi. Haha!".

İkinci tercihi seçenler; kalplerini ve beyinlerini kaybetmek istemezler. Bu hisle bir hayatın geçmeyeceğinin farkına varırlar. Kendilerini bir yola adarlar ve bu yolun sonunda sağlık ve geri gelen mutluluğun olduğunu bilirler. Bu mutlululk yeni bir kitap gibidir. Ancak insanlar, eskiden okudukları kitapları hatırlamayı ve ara sıra onları kütüphanelerinden indirip, sayfalarını karıştırmayı severler. Kimisi kitabı tekrar okur. Kimisi bir kaç sayfa karıştırır, kapağına bakar; tekrar eski yerine koyar.

Geçmiş anıları güzel yönleriyle hatırlamak, ara sıra tazelemek fena değildir. Onları baştan aşağı her yönüyle incelemek, derin hüzünlere kapılıp, tekrar tekrar hatırlamak ise sadece zaman kaybıdır. Anılar da kütüphaneye kaldırılmalı ve ara sıra karıştırılmalı. Terkedilmek; kitabın elimizden alınması değildir. Terkedilmek; beğenerek okuduğumuz, hüzünlü bir şekilde biten kitabın son cümlesidir.