28.11.10

Seçmek Gerekse

Kafam pembeye gidiyor,
Diyorum pembe gerçek mutluluktur.
Pembe kalbini kıpraştırır.
Pembe gözünü kamaştırır.

Hayır diyorum sonra,
Kırmızı, evet koyu kırmızı.
Kan kırmızısı.
Kırmızı eğlendirir.
Bedenini ateşleyen,
Titreten kırmızı.

Pembe kırmızıya karışabilir mi?
Güzel bir görüntü olur mu?
İkisinin tadı ayrı mı?
Her birini ayrı mı yaşamalı?
Karar vermeli.
Pembe mi kırmızı mı?

15.11.10

Yalnız Adam

İnsanlardan çok uzak kalmıştı. Yalnızdı. Yıllardır belki de. Kelimenin anlamındaki "yalnız" değildi ama. Daha kötüydü. Kalabalığın içinde yalnızdı o. Sokakta binlerce insan akıp gidiyor. İşyerinde her tarafı insanlarla kaplı. Yalnızken "acaba ne derler" düşüncesinin gereksizliğine ve sahtekarlığına inanırken, kalabalık içindeyken birden, istemsiz bir şekilde bu düşünceye sarılıyor. Sonradan farkına varınca, kendini kişiliksiz ilan ediyor, daha da yalnızlaşıyor.

Yalnızdı ama hala insandı. Kibarlığı elden bırakmıyordu. "Günaydın, iyi akşamlar, merhaba, nasılsın"... Hala insandı evet. Yaşamasını sağlayan temel şeylerden biriydi bu. Gece eve dönüyordu. Sokakta kavga eden insanları görünce araya girdi onları ayırdı. Arada kalmış yumruğu yiyince, öfkesini kontrol etmeyi bildiği için, sadece sustu. Bu kavga edenlerin utanmasına sebep oldu ve dağıldılar. Bir anlık başarı duygusuna kapıldı ve göğsünü içine çekti; ama karanlık ve boş sokağın yarattığı hüzün bastı, göğüsü indi, kamburu çıktı. Her zamanki olumsuz, mutsuz haliyle yürümeye devam etti. Üstünde paltosu, ayağında sivri ayakkabısı. Bu karanlıkta duyduğu tek ses ayakkabısının topuğunun sesiydi. Biraz keyfe geldi, ritmi tutturmuştu. Tak, tak, tak, tak.

Eve vardı. Kütüphanenin olduğu odaya girdi. Oda küçüktü. Loş bir ışık vardı uzun lambadan çıkan, bu onun kitaplara konsantre olmasını sağlıyordu. Bir müzikçalar odanın öbür köşesinde. Hafif bir Bach koydu. Sesi kıstı. Siyah ve rahat koltuğuna oturdu. Viskiyi unuttuğu aklına geldi. Odanın diğer köşesindeki bardan yarım şişe viskiyi aldı. Bardağı kirliydi, boşver dedi. Doldurdu bir yarım. Şimdi rahatça oturabilirdi. Öyle de oldu. Bach'ın hangi eserini dinlediğini anımsamaya çalıştı. Hatırlayamadı. Onu da boşverdi. Kitap daha önemliydi onun için. Yalnızlığını dayandırdığı bir başka şeyse kitaplardı. Yaşamasını sağlayan bir başka şeyse kitaplardı. Kalınca bir tarihi kitap okuyordu. Dünya tarihi üzerine. Savaşlar, barışlar, sonra gene savaşlar, sonra çaktırmadan yapılan savaşlar, sonra gene savaşlar ve gene savaşlar. Ne çok savaşmışlar diye düşündü. İnsanoğlu kan seviyor, buna karar verdi. Çıkarları uğruna gözünü karartıyor ve zarar veriyor. Günlük ilişkilerde de, siyasi arenada da. Kitaptan başını kaldırınca kendisini gördü. Odanın tam karşısında bir ayna vardı. Dev bir boy aynası. Kendini yalnız hissetmesini önlüyordu bu. O ayna üzerinde bir kırık olsa, sanki kendisi de yaralanacaktı. Ayna kırılsa, yok olsa ölecekti o da. Yaşamasını sağlayan bir de aynalar vardı işte. Gün içinde kendisiyle konuşuyor, konuşmazsam ölürüm diyordu.

Aynadakini beğeniyor. Yapılı bir adam. Kirli sakalı var, saçı yok. Sakalları siyah,gümüş karışık. Dikdörtgen bir gözlüğü var, böyle büyüklerinden. Boynunda, gömleğinden içeri siyah bir fular var. Gömleği dik yakalı ve beyaz. Başarılı bir gömlek, kazağından bir iki parmak dışarı çıkıyor. Egosu tatmin oluyor. Kazağı da sıfır yaka ve gene siyah. Pantalonu kumaş, siyah. Kendisinde garip olan ise, geri kalan her özelliği gibi, çorabının pantolununa uyumsuzluğu. Giydiği gri çorap bütün entel havasını yok ediyor. Bazen, insanlar bu gri çoraptan dolayı bana yaklaşmıyor diye düşünüyor. Kendini avutuyor yalnızlığını sebeplere bağlayarak. Biliyor, gri çoraplarla alakası yok; ama o gene de bu avutmalardan dolayı memnun. Yaşamasını sağlayanlar listesinde bir de bu avuntular vardı. Aynada koltukta duran ellerine gözü takılıyor. Ellerini suratına yaklaştırıyor. Parfümünü hissediyor. Parfüm denemez, traş losyonu. Traş olmasa da sürüyor, olsa da. Kokusu ağır, kalıcı ve erkek gibi. Klasik dedikleri.

Her şeyiyle klasik olmaya çalışıyor. Klasik ne demek tam olarak bilmiyor ama. Giyimi klasik, dinlediği müzik klasik, kalın kitaplar okuyor. Hepsinin gösteriş olduğunu biliyor. Sadece bir kimliğe sığınmaya ihtiyacı var. İlgi çekmeye çalıştığı için farklı bir kimliğe bürünüyor. Klasik diyor buna da. Kafasında oluşturduğu aşağılık tipi yüceltmek için klasik kelimesine başvuruyor. Sessizlik ve sürekli düşünmek sanki klasiklikmiş gibi. Bunlarında farkında. İtiraf edemiyor sadece, çünkü itiraf ederse ölür. Ölmek istemiyor. İlginç bir ikilemi yaşıyor. Hem yaşamasını beceremiyor, belli şeylerle yaşama tutunuyor aynı zamanda ölmek istemiyor. Yaşarken, cehennemde olmak gibi. Bunu da itiraf edemiyor; ama bunun da farkında.

Düşüncelere daldığını ve aradan dakikalar geçtiğini anlıyor. Saatin rahatsız edici ama artık bilincine işlemiş tıkırtısını duyuyor. Tik tak, tik tak. Ezan sesi gibi, araba sesi gibi, ayak sesi gibi, insanlar gibi alışmış bu sese.
Kitabını okumaktan vazgeçiyor. Uykusu geliyor. Siyah koltuklu, siyah duvarlı odadan çıkıyor. Müziği açık bırakıyor; çünkü siyah bir Bach eseri çalıyor. Siyah olan her şeye ilgi duyuyor; çünkü yalnız, hüzünlü ve mutsuz. En azından kendini buna inandırmış; ama bunu da itiraf edemiyor. En çok bu gerçeği kabullenirse ölür çünkü. Odasına yöneliyor, koridor siyah duvarlarla kaplı, koridor yan yana iki kişiyi alabilecek kadar geniş. Sadece kendi soluğunu, ayak tıkırtısını ve Bach'ın eserini duyuyor. Bach'a teşekkür ediyor, beni yalnız bırakmadın sağol diyor. Anlamlandıramadığı bir gülümseyişle odasına dalıyor. Oda da her şey siyah, yatak dışında. Gece uykuda mutlu olmak istiyor, rüyalarda uçmak, dünyayı dolaşmak istiyor. Sürekli gülmek istiyor rüyalarda. Hep eğlenmek, mutlu olmak istiyor rüyasında. Öyle de oluyor. Yatağı bembeyaz çünkü. Çarşafı da, yorganı da...

Sonra düşüncelerden yavaşça kopuyor. Uykuyla uyanıklık arası anında, ah ulan diyor ve uykuya dalıyor. Mutlu olduğunu hissettiği rüyalar görüyor. Kalktığında ilk başta gülümsüyor, sonra gene surat asıyor. Gördüklerinin hepsi rüyaydı, gerçekten mutlu olmadı aslında. Gene de kısa süre mutlu olmak iyiydi diye düşünüp bir daha gülümsüyor. Gene siyah koridorlar. Siyah tuvalet, siyah lavabo, siyah duş. Duşa giriyor. Burada da mutlu ve rahatlamış hissediyor kendini; su renksiz çünkü. Bu ona sadeliği ve huzuru çağrıştırıyor. Duş alamasam ölürdüm diyor.

Ayılamadan sokağa atıyor kendini. Klasik görünümünde gene. Lacivert ceket, lacivert pantalon, beyaz gömlek, kahverengi ayakkabılar, beyaz çorap. Beyaz çorap! Avunacak bahanesi hazır. "Beyaz çorap". İnsanlarla ilişki kuramamasına rağmen kalabalıkta olmayı seviyor. Bin bir çeşit insanı gözlemleyerek meydandan geçiyor. Kliniğine varıyor. Nasıl bir psikologsun diye soruyor kendisine. Hayattan kopmuş psikolog olur mu diyor. "Terzi kendi söküğünü dikemez" bahanesine sığınıyor bu seferde. Sığınmazsa ölür çünkü. Hastaları dinliyor, insan dinlemeyi seviyor; ama tek başlarınayken. Böylece hem kendileri olabiliyorlar, hem de o rahat ediyor. Tedaviler sırasında dalıyor, o rahat koltukta ben yatsam beni iyileştirseler diye düşünüyor. Daldığını fark ediyor, özür dileyerek devam ediyor.

Gün bitiyor. Klinikten çıkıyor. Parası çok. Gidip lüks bir restoranda doyasıya yiyor. Yemekten fazla bahşiş bırakıyor. Nasıl olsa harcayabileceği bir kişi veya bir fikir yok. Altında arabası eve giderken, sahte arkadaşı arıyor:

-Merhaba Klasik. Naber?
-İyiyim Sahte, sen nasılsın?
-Ben de iyiyim. İçelim mi?
-Beş dakikaya sizdeyim.

Crossfire'ını dönemeçten döndürüyor ve boş yolda gaza basıyor. Sahte'nin evinin yolunu tutuyor. Sahte'nin evinde diğer Sahte'lerde var. Tipleri farklı ama isimleri aynı. Sahte'lere merhaba diyor. Oturup içmeye başlıyorlar. O viski içiyor, bu da klasik olmaya çalışmanın getirdiği bir sahtelik. Sahte'lerin ne içtiği mühim değil. Bir saat sonra mutlu suratlar belirmeye başlıyor. Kırmızı yanaklı, kayık gözlü, mutlu suratlar. Hepsi bir ağızdan konuşuyor. Adeta bağırır gibi gülüyorlar. Klasik de tüm kimliklerinden sıyrılmış. Alkolün etkisiyle özüne dönmenin keyfini yaşıyor. İlk kez ölüp, ölmemeyi düşünmüyor. Bu hale nasıl düştüğünü anlatıyor Sahte'lere:

-Ailem "başkası ne derci" bir aile. Beni de böyle yetiştirdiler. İçimdeki insanı öldürdüler. Geriye "başkası ne der" kalmıştı. Ben bunu yenemedim. Belki de yenmeye çalışmadım, ya da hüzün hoşuma gitmiştir, iyice sarılmışımdır. Ne fark eder ulan? Şu halime bak. Kurtulamıyorum. Denemedim mi? Denedim sayılır. Kurslara gittim ilişkiler üzerine. Barlara girdim, ortam yapmak için. Hiçbiri olmadı. Kitaplar okudum. Kişisel gelişim üzerine, iletişim üzerine. Son çarem onlardı. Denemeye kalktım öğrendiklerimi, yok beceremedim. Tamam dedim, artık benden hiçbir halt olmaz. Ondan sonra da dedim bir daha kurtuluş yok, dibe vurduk. O gün bugün bok gibiyim.

Sahte'ler yarı ayık, yarı sarhoş teselli etmeye çalışıyor. Adam biliyor sahteliklerini. Hadi lan oradan diyor içinden ve sendeleye sendeleye arabasına gidiyor. Evine gidiyor tenha yollardan, polise yakalanmadan. Hava almak için terasa çıkıyor. Aşağısı uçurum. Burası altınca kat. Buadan atlasam ölürüm diyor. Soğuk havayı içine çekiyor. Sarhoşluğun etkisiyle anılarını tazeliyor. Yok öyle ahım şahım anıları. Hep aynı şey. Kalk, işe git, tedavi et, sen mutsuz ol, eve gel, kitap oku, uyu. Bir kadın yok bu anılarda, sıcak bir muhabbet yok, dokunulmuş bir el, bir yanak yok. Ona atılan tatlı gülümsemeler yok. Ben istemedim diyor. Bu bahaneyle avunuyor. Alkol, inanmasını önlüyor; çünkü artık kendisiydi. Sarhoşluk rol yapmasını önlüyordu. Ölmemek için hemen içeri giriyor ve o kafayla kendi odasında değil ama siyah koltukta uyuyakalıyor.

Rüya görüyor. Hayır, kabus görüyor. Her şey siyah başladı. Kendini görüyor. Felçli bir şekilde dimdik ayakta duruyor. Kütüphanesinde. İfadesiz ve korkutucu bir surat görüyor. Beyaz tenli, hafif yaşlı, siyah giysili, kısa  saçlı, 17. yüzyıllardan bir kadın. Saçları toplu. İfadesiz bakışlarıyla üstten ona bakıyor. Kadın ifadesini bozmadan kitapları yakıyor. Kitaplar kül oluyor. Adam ses çıkaramıyor. Hareket edemiyor, bağıramıyor. Temel dayanağı yıkılmıştı.

Kadın bu sefer gardrobu açıyor. İçinde çeşit çeşit gömlek, çeşit çeşit ceket, çeşit çeşit pantalon. Gardroba son kez bakıyor kadın. Sonra gardrobu da yakıyor. Kadının elindeki kibrite anlam veremiyor. O yüzyılda kibrit mi vardı? Rüyalarında bile düşüncelerini düzenlemiyordu, hayatının bir dayanağı daha son bulmuştu! Artık klasiklik yoktu. Ağzını açamadı. Korkuyla seyrediyordu.

Kadın müzikçaları duvara fırlattı, aynayı paramparça etti, siyah duvarları yırttı. Duşakabini açtı, akan suyun rengi yavaş yavaş karardı. Artık duş da yoktu. Artık huzur da yoktu. Çığlık atamıyordu. Kabusların edebi yanı şimdi ortaya çıkıyordu; çünkü kadının elinde kağıtlar vardı. İlk kağıdı gösterdi adama. Üzerinde "avuntular" yazıyordu. Kadın bu kağıdı paramparça etti. Başka bir kağıtta "insanlık" yazıyordu. Kadın kağıdı, başını iki yana sallayarak yaktı. Kadın "bahaneler" yazan kağıdı en sona bıraktı. Bu sayfa kocamandı. Kadın yavaş yavaş yırtıyor kağıdı. Alttan da tutuşturuyor. Kağıdı uzun süre yırtıyor, kağıdı uzun süre yakıyor. Kadına artık gülmeye başlıyor. Rahatlamış bir gülümseme bu. Kaşlarını çatıyor. Hayvani bir gülümseme bu. Gülümsemeleri yavaş yavaş kahkahalara dönüşüyor. Şeytani bir ifade bu. Artık yaratıklar gibi bağırmak istiyor adam, etini koparmak istercesine, ölmek istercesine. Evet, ölmek istercesine. En son kendini çıplak görüyor.

Bu sırada uyanıyor, "Ben öldüm" diye çığlık atmaya başlıyor. Sadece bağırıyor: "Öldüm!". Terasa koşuyor, hiç düşünmeden binadan aşağı atlıyor. Düşerken bağırmaya devam ediyor: "Ölüyüm!". Sonrası zaten sessizlik.

Atlas Akın